top of page

Klasik Psikanalizin Doğuşu ve Dürtü Kuramı

neptunpsikolojikad

İnsanın zihinsel ve bedensel gelişimine bakıldığında, devamlı bir gelişim ve dönüşüm içerisinde olduğu açık biçimde görülmektedir. Elbette bu değişim gözle görülür biçimde, dünden bugüne bakıldığında anlaşılması mümkün değildir. Bu değişim ve gelişimi görmek için ancak insanlık tarihi üzerinden değerlendirme yapılmalıdır. Bu sebeple, değişimleri kavramak için zamansal olarak geriye gitmek gerekir. Bu geriye gidiş mantığı aslında felsefen fiziğe, matematikten edebiyata, görsel ve plastik sanatlara kadar birçok alanın temelini aldığı bir düşünme biçimidir. Tüm bu alanlar analitik düşünme yöntemini anlaşılması zor meseleleri anlamak üzere kullanır. Bütüne bakıldığında anlaşılamayan bir durumu anlamak için derinlerine inmek, parçalara ayırmak ve yeniden tam ve bütüne doğru birleştirdiğinde bütün ile parça arasındaki bağıntıyı kurmak aynı zamanda bütünü ve parçayı, arasındaki bağıntıyı en şeffaf hali ile görmenin yollarının başında gelir. Genellikle beşeri olsun ya da olmasın, insanlar sonuçlar ile ilişki halindedir. Sonuçlara bakıldığında anlaşılması oldukça zor konulardır aslında. İnsanlar arasındaki iletişimde geldiğimiz yere baktığımızda durumun ne kadar karmaşık olduğunu görmeyiz, biraz derinlerine indiğimizde dünya üzerinde en yaygın iletişim aracı olan telefonun ne kadar karmaşık ve birikimin sonucu olduğunu görebiliriz, görmek anlamaya yetmez, anlamak için daha derinlerine ve zaman olarak başlangıcına doğru yol almamız gerekir. Telefonun çalışma mekanizması ses tellerinin çalışma prensibiyle aynıdır. Teller aracılığı ile sesi ötekine iletmeyi amaçlar, uzun yıllar kullanılan tüm telefonlar benzer mekanizma ile çalıştı, günümüze geldiğimizde görünürde bahsettiğim telleri görmeyiz ancak telefonun çalışma prensibi hala aynıdır. Bizim telleri görmüyor olmamız, tellerin ya da tel işlevi gören mekanizmanın olduğu gerçeğini değiştirmez.


İnsanlık tarihinde insan sağlığındaki gelişime baktığımızda özellikle 20.yy ile oldukça hız kazanmış bilgi birikimini görüyoruz. Ancak bugün bile sebebi henüz kesin olarak bilinmeyen birçok rahatsızlığın, bozukluğun ve hastalığın olduğunu biliyoruz. Bu bilinmezlik sonucun bilinmezliğiyle değil sebebin bilinmezliği olarak düşünmek gerekir. Çünkü sonuçlar görülür ancak iyileştirilmesi mümkün değildir. Türk siyasetine yön vermiş Süleyman Demirel’in meşhur “ Meseleyi mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” sözünün elbette bilimsel bir temeli yoktur. Meseleyi mesele etmemek orda olduğunu bildiğiniz bir şeyi görmezden gelmekten başka bir şey değildir. Meseleyi ortadan kaldırmak için önce meselenin ne olduğunu iyi anlamak gerekir, meseleyi analiz etmek gerekir. Önceki yazılarda konu edinilen psikanalizin doğduğu dönemi ve psikanalizin ilk uğraşı olan histeri vakalarından bahsetmek yerine yüzeysel olarak değinip dürtü kuramının doğuşuna ulaşacağız. Sonuçları toplumsal ve bireysel sorunlar doğuran histeri vakalarının anlaşılması ve ardından tedavisi ile birçok alanda uzmanlar çeşitli analizler yaparak histeriyi anlamaya çalışmalarına rağmen, bir türlü kapsamlı bir açıklama getirilemediğinden ötürü histeri vakaları gerçeklikten uzak sebeplerle açıklanmaya kadar uzanırken bazı tıp doktorları sonuçlarından anlaşılmayan bu bozukluğun kaynağını bulmaya çabası içerisindedir. Bu doktorlardan birisi olan Freud, mevcut semptomları anlamaya çalışırken bazı ortaklıklar keşfeder. Bu ortaklıkların hemen hepsi kişilerin geçmiş hatta yaşamın hatırlanan ilk yıllarına kadar uzandığını tespit eder. Çalışmalarını genişleten ve derinleştiren Freud, bebeklik döneminden yetişkinlik dönemine uzanan yolculuktaki ortaklıklar dikkatini çeker ve Freud insanın ruhsal yaşamına dair ilk kuramı ortaya çıkartır. Kişiden kişiye değişmeyen bir biçimde insanlar ruhsal olarak belirli dönemlerden geçer, bu dönemlerin bazı bölümlerinde yaşadıkları zorluklar, takılmalar yetişkinlikte yinelenmeye devam eder.


Yenidoğan yaşama tutunmak için bakımverene muhtaçtır. Bakımverenin karnını doyurmasına, korumasına, altını temizlemesine muhtaçtır. Tek başına bu ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gelişmiş halde dünyaya gelmediği için bu yenidoğan için istek ya da beklentinin ötesinde mecburiyettir. Mecburiyetin altında yatan yaşama tutunma dürtüsüdür. Dürtü kuramını Freud ve sonrasında gelen takipçileri psikanalizin temeline biyolojik kökenlerle açıkladıkları yaşama tutunma dürtüsünün ruhsallığı dolayısıyla, eylemleri şekillendirdiği düşüncesini savunmaktadır. Dürtü kuramının temelini oluşturan psikoseksüel gelişim dönemleri ise Erik Erikson tarafından psikososyal gelişim teorisiyle yeniden şekillendirilmiştir. Freud’un tezine karşı ortaya koyulmuş bir teori değildir, aksine Freud’un psikoseksüel gelişim dönemlerini biyolojik temelden çıkartıp ruhsal boyutta yeniden değerlendirilmesine imkan sağlamıştır. Freud’un 0-1 yaş arasını oral dönem olarak tanımlarken Erikson bağımlılık evresi ve temel güvenin oluşum aşaması olarak tanımlamıştır. Benzer şekilde 1-3 yaş aralığını Freud anal dönem olarak tanımlarken, Erikson bu dönemi özerklik ile ilişkilendirmiştir. Çoğu zaman birbirinden ayrı tanımlar gibi görülse de aslında birbirini tanımlayıcı ve açıklayıcı yönleri gözden kaçılmıştır. Oral dönemde yenidoğanın anneye ve anne memesine bağımlılığı vurgulanmıştır, temel güven aşamasında bebeğin anneyi algısı ele alınmıştır. Annenin bebeğin ihtiyaçlarına zamanında ve tam karşılık vermesi bebekte güven duygusunu oluşturur. Anal dönemde çocuk tuvalet eğitimi alırken aynı zamanda kendi başına toplumda var olmaya atılan ilk adımken, özerklik aşamasının tanımı da benzer biçimde yapılır. Freud’un dürtü kuramından doğan bir başka kuram ise, nesne ilişkileri kuramıdır. Nesne ilişkileri kuramı, bebeğin gözünden ötekilerin nasıl algılandığı üzerine çalışır. Nesne ilişkileri bağlamında değerlendirilen Margaret Mahlerin ayrılma-bireyleşme süreci ile dürtü kuramında yer alan benzer yaşların tanımlandığı dönem birbiri ile örtüşmektedir. Yenidoğanın anneye bağımlılığı ile başlayan süreç annenin bakımına muhtaçlığın azalması ile ortadan kalkan bağımlılık, anneden ayılma ve bireyleşmesi ile devam eder.


Kısaca toparlamak gerekirse, Freud’un dürtü kuramı günümüzde birçok psikanalitik kuramın ve bakışın kapısını açmıştır. Bugün insan ruhsallığı ile bilgilerimizin kaynağı bu kuramı dayanmaktadır. Bugünü anlamak için 20. yüzyılın başından itibaren ilk yıllarımızı anlamaya ihtiyaç duyuyoruz. Bugünden bakıldığında karmaşık görülen yapıların yaşamın ilk yıllarında ne kadar anlamlı ve anlaşılır olduğunu görebiliyoruz. Dürtü kuramı günümüzde insan ruhsallığını anlamak üzere geliştirilmiş bütün kuramların temelini oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.




 
 
 

コメント


İstanbul / Kadıköy

0546 587 36 37

KVKK

bottom of page